İnsan olan insan; Beyni ile vicdanı ile insani orantılı kontak kurup; bu kontakla diğer azalarına hükmedebildiği kadar insandır!

Aç olan kedi,yavaş sessiz adımlarla yakalayıp yemek istediği guvercine doğru yaklaşıyor!
Güvercinin hiçbir tepki vermemesinden şüpheleniyor; guvercine iyice yaklaşıp dikkatle gözlerine bakıyor.
Güvercinin kör olduğunu farkediiyor ve saldırıp, onu öldürüp yemekten vazgeçip, bırakıp gidiyor.
İnsanı insan yapan kalbi ve beynidir.
Beyindeki hırs kalbi baskılar ve böylece beyin Neyi öncelik aldığınıza göre çalışır hükmettiği organlara önceliğine göre komut verir.
İzmir depreminin gecesiydi; kaldığı apartmanı çökmüş ama kaldığı daire apartmanın üstünde olduğundan dairesine birşey olmadığından itfaiye yardımı ile üst kattan indilenler, depremden kendilerini zor dışarı atanlar; göçük altında kalan akrabalarının; komşularının dostlarını çıkarılmasını saatlerce ayakta beklemekten yorulanlar; depremde evlerinden ayakkabısız-terliksiz kendini zar-zor binalarının dışına atanların bir kısmı havanın soğuk olmasından kaynaklı mecburen de olsa tek açık olan Özkanlar Tuğçe Kafe’de toplanmıştı.
Herkes, ani yaşanılan, çok etkili olan deprem ve olayların ve ölüm haberlerinin şoku ile çökmüş, yorgun halsizdi.
Biraz da olsa içlerini ısıtmak amaçlı da olsa çay içmek zorunda mı hissettikler; yoksa çay içmeleri mı istendi onu tam hatırlamıyorum.
Ama şunu iyi hatırlıyorum; o haldeki insanlardan çayların parası istendi.
Kimin parası yoktu, kiminin bırakın banka kartını parasını kendinin kendi olduğunu ispat edeceği bir kimliği bile yoktu ve evi yakın da olsa gidip alamazdı çünkü evlere girmekte can güvenliği açısından yasaktı.
Sonuç mu;
Böyle bir zaman da zor durumda olanlardan çay parası mı alınır diye yapılan serzenişler arasında paralarını verdi.
Ben de de yoktu, karnımdan söylene söylene de olsa borç bulup verdim!
Böyle bir durumda parayı öncelik alıp, bunu yapmaya hak gören insandı!
İki saat sonra 12 km uzaktaki eniştemin evine gittim. Açtık, eniştem dışarıdan hazır birşeyler almak için dışarıya gitti. Geldiğinde anlattığını hala unutmam;
“Dönerciye gittim, koskoca döner şişte dururken, bana kalmadığını söyledi; görünen o hiç kesilmemiş koskoca döneri açtırlar karınları doysun diye depremzedelere göndereceklermiş, o yüzden satmıyorlarmış” ve ona da satmamışlar; o da gidip başka biryerden birşeyler almış.
Deprem bölgesinin içindeki Tuğçe kafe sahipleri de, deprem bölgesine uzak olmasına rağmen; satıp kazanacağı paradan da vazgeçen de insandı!
O bölgeye daha birçok kafe açıldı ama yakınından geçerken yukarıda anlattığım yaşadığım olay beynimde çağrışırım yaptırır, bulunduğu boş yere bakar yaşadığım olay beynimde tekrar yaşarım;
Boş diyorum Tuğçe Kafe’nin Özkanlar Şubesi uzun süredir yerinde yok; ama o dönerci eminim ki bereketine bereket ekleyerek devam ediyordur.
Bolu otel yangınına 40 km uzaktan gekipte cansiperane çalışıp uykusuz kalıp yorulan itfaiyeciler, o bölgede sadece otel olduğundan istirahat etmek isterler, otel istirahat karşılığı para ister!
O para istenen otelin sahibi de bu durumda dahi parayı kazancı düşünen de insan!
Başkent Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahi Prof. Dr. Emre Durdağ da eşi ve iki çocuğuyla gittiği yangının çıktığı otelden 15 kişiyi kurtardı; hiç reklamını yapmadı. Bu başkaları tarafından öğrenilir, sosyal medyaya düşünce; “Bunu yaparken yalnız değildim, kim olsa aynısını yapardı, abartılacak birşey yok” diyerek açıklama yaptı.
Size muhalefet etmek gibi olacak ama, “Bunu abartmayacağız da neyi abartacağız Sayın Hocam!”
Rabbimin birçok insana göre abartılı yarattığı kalbinden öpüyorum;
O kadar abartılacak çok şey var ki; okurken çok ağladığım haber!
Buyrun:
Gene Bolu otel yangınındaki olayda;
çok yakın iki yakın arkadaş daha gençliğinin baharında olan yıllardır samimi arkadaş saygın çok iyi para kazanılacak meslek olan makine mühendisi Alp Mercan (25) ve fakülte bittikten sonra saygın ve çok para kazanmaya aday mesleğe talip Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisi Yiğit Gençbay (25), kayak tatili için Grand Kartal Otel’de kalırken yangından sağ çıktılar, dostlarına iyi olduklarını, otelden çıktıklarını telefonla dostlarına söylerler; otelin içindeki ateşin ortasında kalan insanların çığlığına dayanamayıp insanları kurtarmak için tekrardan yanan otele girerler, bir daha da çıkamadılar. Büyük olasılıkla naaşlarının da kendilerine ait olduğu da DNA sonucu öğrenildi.
Ateşten kurtulduğunda şükür edip oradan sıvışıp çekip gideceğine; ateşin içinde kalanları kurtarmak için ateşe ateş edercesine kendilerini tekrardan ateşe atıp; ateşe ateş olurcasına, tarihin kahramanlık sayfalarına yazılıp; o sayfaları okuyanın insanlığını serinletirken o sayfalarda ateş gibi parlayan da insan!
Yanan ateşte el kadar kemiği kömür karası kemiği, yanarken can acısına çıkan, çaresizlikten bilmem kaçıncı kattan kendisini atarken çıkardığı kalplere vicdanlara işleyen çığlığı nimet bilerek, yangın haberlerini reklam sayıp, korkunun verdiği psikolojinin yanan insan bedeninin yanan et kokusuna karışan onlara göre para kokan sert esintiyi, vicdanlarından teğet geçirme üstün becerisiyle cebinde hissederek; sattığı yangın malzemelerinin fiyatını bir günde %100 arttırarak, insan olan insanın insanlığını sorgulatıp; insan olduğuna pişman edip utandıran, insanca sorulduğunda insanım diyebilme kabiliyetine sahip olan da İNSAN!
UNUTMASINLAR Kİ;
Ama şu basit ayrıntı da var;
İnsanım demekle; insan, insan olacaksa; papağana insanım demeyi öğret;
Bu manO zaman, insanım demesini öğrenen papağan da insan!
EEE PEKİ KİM İNSAN!
İnsanların ölüm haberlerinin yer ettiği hazır potansiyel psikolojiden faydalanıp; kalemi eline alıp, yazımı şu kadar ülkede bu kadar kişi okuyacak, beğenecek diye edebiyat taslayarak çala kalem sallaması kolay;
Peki sana soruyorum:
Sen insan mısın Hasan Barın?
Dedim ya, bu kadar tezatlık ta insan kendini bile sorguluyor!
Hıçbir kabahati olmayan yedi göbek sülaleme inecek kadar daha fazla kopmadan,yazıma son verirken;
Sağlık, huzur diliyor; saygılarımı sunuyorum!
İnsanca, insan kalın!